29 Aralık 2013 Pazar

Ağzımdan çıkanı kulağım duymuyo, monitöre ses verir misin

Geçen perşembe, yani 26 Aralık'ta, kendi "bucket list"imden bir madde sildim. İlk kez, bir konserde şarkı söyledim. Konsere çıkacağımı duyan, ve daha önce şarkı söylediğime şahit olmayan herkes doğal olarak "sesin güzel mi?" diye sordu. Sesim duyan kişilerce beğenilir; ama asla bir konsere çıkacak kadar güvenmiyordum kendime. Hala güvenmiyorum ya, neyse. Atakan 1 ay boyunca öyle ısrar etti, öyle gaza getirdi ki "yaparım ben bunu yaa, hem şarkı söylemeyi de seviyorum, ne kaybederim" diye ikna oldum. Belki de en başta ikna eden kendisi olduğundan; şarkıları seçmeme izin verdi ve ben gece gece "stüdyoyu rezerve ediyorum, hadi prova" diye darladığımda asla gık demedi, kısacası harika bi grup arkadaşı oldu. 2 hafta Atakan'la, 3 gün Atakan ve Tolga'yla, 1 saat Atakan-Tolga-Mete-ben çalıştık, ve 3 şarkı çıkardık. Ve müzikal anlamda, şu konsere hazırlık sürecinde gerçekten çok fazla şey öğrendim. Bu dönem, halihazırda Ritmus sayesinde ritim duygumun geliştiğini hissediyordum, konser için prova yaptıkça da gitaristi dinlemeyi, basçıyı dinlemeyi, birlikte söylediğim kişiyi dinlemeyi, ve en önemlisi kendimi dinlemeyi öğrendim. En basit görünen de insanın kendini dinlemesi olsa da; benim en çok zorlandığım kısım da buydu.

Kendimle ilgili en sevdiğim özelliklerimden biri (baya var der gibi oldu, öyle gerçi, yaşasın narsizm) heyecanlı bi insan olmamam-dı. Öss'de dahi heyecanlanmamıştım; kaldı ki tiyatro dolayısıyla çok kez sahneye çıkmışlığım da vardı, sahne korkusu da bulunmamalıydı. Hatta değil korkmak, heyecanlanmak; sahnede, insanların önünde olmaya bayılırım ben. Ortaokul ve lisede bütün törenlerde sunuculuk yapan bendim, derslerde sunum yapmaya bayılan bendim. Fakat sorun şu ki; bugüne kadar topluluk önünde olduğumda, kendime güvenim vardı. İlk kez kendime güvenmediğim bir konuda topluluk önünde olacaktım. Bu topluluk beni yargılayacak, eleştirecek bir topluluk değildi aslında, Müzikus'un okulda düzenlediği akustik konserde, çoğunu tanıdığım insanların önünde olacaktım. Fakat sorun da buydu zaten, "tanıdığım insanların" önünde olacaktım. Tanımadığım insanların önünde sıçsam batırsam, "amaan, bi daha nerde görcem" der geçerdim, ama bu insanlar benim arkadaşlarım ve her gün göreceğim insanlardı. İnsanın arkadaşlarının önünde daha rahat olması gerekir tabi, ama ben galiba hayatım boyunca bu kadar heyecanlanmadım. Konserden önce "hani aşık olduğun insanı görünce bi anlık için hop eder ya, o hissin sürekli olduğunu düşün" diye tarif ettim duygularımı, e heyecan bizzat böyle bişey oluyomuş zaten, o derece alışkın değilmişim. Çarşamba günü soundcheck'te de çok heyecanlanınca, heyecandan sesim çıkmayınca, sesim çıkmadığı için daha çok heyecanlanınca, sağ olsun Mete eşlik etti. Sonra, rahat hissedeceksem konserde de eşlik edebileceğini söyledi, anında kabul ettiğimi belirtmeme gerek yok sanırım. Hayalperest, Sigara ve People Are Strange'i söyledik, ek olarak Hayalperest'i söylemeden önce Mete'nin "Türkçe şarkı da dinlemem aslında, Mor ve Ötesi olsa neyse" demesiyle, Atakan'ın Cambaz'ın başını çalması, benim gaza gelip pat diye şarkıyı söylemeye başlamam, dinleyenlerin eşlik etmesiyle çok güzel spontane bir şey almış olduk araya. İlk başta çok gergin olsam da, gerginlikten kollarımı sıkı sıkı kavuşturup, tam 3 kez Mina'nın işaretleriyle açmayı akıl etsem, söylerken yine Mina'nın işaretiyle mikrofona doğru dönsem de (ki başta kendimi kimseyle göz göze gelmemeye şartlamıştım kesin gülme krizine falan girerim diye, o da olmadı neyse ki); birkaç dakika sonra daha rahatladım ve gerçekten çok keyif aldım. Konser sonrası gören herkes çok beğendiğini söyledi, ne kadar objektifler, ne kadar arkadaşım oldukları için bilemiyorum tabii, Melisa'nın çektiği videoyu tekrar tekrar inceleyip, kendimi değerlendirmem lazım.
Bildiğim tek şey, ben çok korktuğum ama bi o kadar da istediğim bir şeyi başardım, ve heyecanıma+korkuma karşı gelip yaptığım için kendimi çok, çok iyi hissediyorum. Ve bir daha ne zaman olur bilmiyorum ama, muhtemelen bu benim son konserim de değildi. Okulda ders almaya devam edemediğim için yan flüt'e ara vermek zorunda kaldım, hala ayda bir falan kendi kendime çalışıyorum ama ne yazık ki baya ihmal ettim. Sömestrda devam etsem bile, çok yavaş ilerlemek açıkçası sıkmaya başladı. Bu sene başında, yan flüt çalmak için iki projeden çağırılmıştım, ikisine de çok heveslendiğim halde "ben flüt çalmıyorum kii, öğreniyorum" dedim; nitekim artık öğrenemiyorum da. Özellikle "film müzikleri" projesinde çalmayı çok istiyordum ama seneye artık. Eğer bu sene başında biri bana konsere çıkacağımı, ama bunun flütle değil, vokal olarak olacağını söylese epey şaşırırdım sanırım. Ve eğer 4-5 sene önce de biri bana bir konsere çıkacağımı, üstelik bir Şebnem Ferah şarkısı söyleyeceğimi söylese, o 4-5 sene konser gününe kadar gün sayardım sanırım.
Şimdi ufukta Ritmus'la da epey heyecan verinci etkinlikler görünüyor. Galiba bu sene aldığım en doğru kadar, Müzikus'a girmekti.
Hala konser fotoğraflarının tamamı elime ulaşmadı ne yazık ki


8 Aralık 2013 Pazar

Pancar iradesi

Gün içinde yaptıklarımızla, söylediklerimizle kimlerin canını yakıyoruz, kimleri üzüyoruz, ne yanlış anlaşılmalara sebep oluyoruz farkında bile olmuyoruz. Halbuki kimi üzdüğünü, niye üzdüğünü bilmen lazım ki bir daha yapmayasın aynı şeyi. Bu yüzden ne zaman bir arkadaşım, sevgilisiyle kavga edip "görüyo musun yine bıdı bıdı oldu, yine blabla dedi" dediğinde her seferinde "peki bana söylediklerini ona da söylüyo musun? senin bıdı bıdı'ya alındığını bilmediği için yapıyor her seferinde, bir şey olmamış gibi davrancağına söylesen ya" diyorum. İlla kavga etmek demek değil bu, ama ilerde birikip daha büyük kavgalara sebep olmaması için yapılabilcek en yapıcı davranış da bu. Tabii bu durum daha basit bi durum, her zaman bilmeden üzdüğümüz kişiler gelip söyleyecek durumda olmuyor, buna uygun olmuyor yani, 3. bir kişi gelip söylediğinde öğrenebiliyoruz ancak, aklımızın ucundan bile geçmediği, kesinlikle zerre fark etmediğimiz için de ne yapacağımızı bilemiyoruz. Bu hafta bilmeden, istemeden, gerçekten farkında olmama imkan olmayacak bir şekilde birinin canını acıttığımı öğrenince çok şaşırdım. Yapabileceğim, değiştirebileceğim, elimde olan hiçbir şey yoktu ama bu kendimi kötü hissetmeme de mani olmadı. Şaşırdım yine de, günlük sıradan, farkında bile olmadığımız bir hareket başkasının hayatındaki nasıl büyük bir şeye dokunabiliyor diye; daha önce farkında bile olmadan, kesinlikle kasıtılı olmadan beni üzen minik şeyleri bilmeme rağmen.

Geçen sene olduğu gibi, bu sene de annemin doğum gününde sürpriz yapıp İzmir'e geldim. Fakat bu sefer geçen seneye göre daha hazırlıklıydım, gelmemi hiç beklemesin diye sınavım olduğunu söyledim, üstelik bu sefer babama da haber vermedim, havaalanından karşılayıp eve bırakan, öz amcam kadar çok sevdiğim bir aile dostumuz oldu. Uçaktayken aramasınlar diye de annemlere uyuduğumu söyledim, nitekim İzmir'e son 2 gelişimde 4 saat uyumuş ve hangover olmam garip bi tesadüf olsa da, o halde eve gelince inanılmaz canlanıyorum, tazeleniyorum. Kapıyı açan annemin 10 saniye donup kalıp sonra "aaaa" deyip sarılması, nolduğunu anlamak için kapıya koşan babam ve abimin de aynı şokla bana bakıp kalması bütün planlara, sürpriz yapmak için söylenen yalanlara değerdi zaten. Sabah odanda, yatağında uyanmak da değer, evet yurttaki odamı, yatağımı da seviyorum ama bu başka işte, sabah kedi gibi gelip yanına kıvrılan, 1 saat sırf yerinden kalkmadan yatakta sohbet ettiğin annen var mesela, derse giderken şanslıysan vakit bulup yediğin tostlarla, vakit yoksa derste yediğin çubuk krakerle kekle geçiştirdiğin kahvaltılar yerine pankek'li, pişi'li, omlet'li kahvaltılar var. Diyeceğim o ki; detoks etkisi yapıyor İzmir'e gelmek bana, 3 gün de olsa havam değişiyor, her şeyi, zihnen/bedenen yoran her şeyi arkamda bırakıp geldiğim için buraya, yeniden şarj olup, cephanemi doldurup, power bar'ımı fulleyip geri dönüyorum. O da 1,5 ay sonra tekrar eve dönene kadar rahat rahat götürür beni zaten.

Yalnız, yaz tatili hariç ne zaman İzmir'e gelsem, sağanak yağmur, şimşek, gök gürültüsü, ne varsa geliyor beni karşılamaya; bazen bunun İzmir'in bana "Neden geldin? 19 yıllık memleketini bırakıp diğerleri gibi o İstanbul denen şırfıntının kollarına attın sen de kendini, şimdi niye döndün? Git, istemiyorum artık seni, git" deme şekli olduğunu düşünüyorum. Fakat sağanak yağmur, ailemin "dışarı çıkalıım" ısrarını bastırmak için güzel bir bahane oluyor, o ayrı. Hem İzmir'de sever beni, kıyamaz zaten, yerim ayrı biliyorum, nasıl ki dünya'nın hangi köşesine gidersem gideyim hiçbir yerde İzmir'de hissettiğim aidiyet duygusunu hissedemeyeceksem, onun da yeri bende hep ayrı kalacaksa... Hı tabii ben İstanbul'dan giderken, aynı anda kar'ın İstanbul'a geldiğini öğrenince bi "Keşke orda olsaydım" dedim, çünkü her İzmir'li gibi kar gibi nadir bulduğumuz bir şeyi görünce aklımı kaybedip "ohaaa kar, oha baya yerler bembeyaz olmuş, oha bileğime kadar geliyo bu kar!!" diye coşuyorum, o yüzden o kar ben dönene kadar beklerse iyi eder.

Çünkü İzmir'de kar yağması böyle bişey anlıyo musunuz, en fazla bu
2 hafta önce gidip belime kadar gelen saçlarımı omzumun üstünde kestirdim, evet o upuzun saçlarını kısacık kestiren kız oldum. Gerçi çok kısacık olmadı belki ama saçımın kesilen bi parçasını ölçtüm, saç dibimden tutunca bile kesilen saç kalan saçımdan daha uzun oluyo. Niye yaptım böyle bir şeyi? Klasik depresyona girme/depresyondan çıkma alametidir ama benim öyle de bişeyim yok allaamçokşüküramin. Değişiklik olsun diye benimki tamamen. Ve kesinlikle pişman değilim, şimdiye kadar, 50 kişi saçım hakkında yorum yaptıysa bunlardan 45'i "çok güzel olmuş, hatta hep kısa saçlı olmalıymışsın" minvalinde iltifat etti, 2 kişi "daha bile kısa olabilirmiş" dedi, 2 kişi var bi de hala iltifat mı ettiler beğenmediler mi emin değilim, aa 50 etmedi lan neyse ilk grubu 46 yapalım, zaten son 2 grubun sayısından eminim sadece 2'şer kişi olduklarına. Yani kısacası, 2 saat içinde karar verip, hiiç kimseye haber vermeden çaktırmadan kendimi kuaföre atıp "ben tam şurda, şöyle bir şey istiyorum" dediğimde kuaförümün "o kadar çok kesmeyelim, bak pişman olursun, emin misin" demesine, kuaförün sahibi Aslı ablanın "Sabancı rekoru kırıyo olabilirsin, iyi cesaret" demesine rağmen kestirdim hem de. Çünkü hep, kendi kendime "kestirsem mi" gazına geldiğimde saçıma iltifat almıştım ve böyle böyle en son belime değdi saçlarım işte. İnsanın saçını yıkayınca havluya sığdıramaması, uykusunda saçı koluna dolandığı için acıyla uyanması, duştan çıkınca tararken omzunun üstünden eli uzanmadığı için taramaya alttan ayrı devam etmesi nasıl katlanılmazdır bilir misiniz. Üstelik galiba ilk kez bir kuaför, saçımı hemen hemen istediğim gibi kesti, çok ilginç bir deneyimdi.
İşte giden, kalandan uzun saç. Kuaför "postiş yaptırabilirdin"  fikrini çöpe atmadan söylese zengin olabilirdim