Tatilin sondan ikinci gününde, abimle bindiğimiz Paris-Versailles treninde, dünya'nin en masum yüzlü punk'ci kızının karşısına oturduk. Saçları fosfurlu pembe olan, yüzü akla gelebilecek her noktasında piercing'le dolu olan (iki kaşının ortası, şakakları, elmacık kemikleri; ve dudak, burun, kaş gibi klasik yerleri söylemiyorum bile) birinin daha delici bakışlarla çevreyi kesmesini beklerim; oysaki o buğulu gözleriyle camdan dışarı bakıyordu. Bu tarzının kaynağının "dad issues" ya da bi tık üstü "kimsesiz olma" gibi çocukluğuna dayanan bir acı olduğu da, gözlerinden belliydi. (ya da bütün çıkarımlarım gerçekle çok alakasız; bunu asla öğrenebileceğimi sanmıyorum). Abime eğilip "kızın yüz hatlarıyla tarzı çok ters değil mi yaa, makyajı, piercing'leri at, saçını pembeden kahverengiye boya, ideal gelin öğretmen kız" dedim. Abimse, benim öküz gibi gözlerimi dikip bakmamın aksine, kıza bakmamaya çalışıyordu; halbuki kızın bizim varlığımızdan zerre haberi yokmuş gibi bir hali vardı; kaldı ki merakla kendisini inceleyen gözleri yadırgayacağını hiç sanmıyordum. Belki de fark edilmek icin yapmiştı. Belki de çocukluğunda hiç fark edilmemişti; çok kardeşli bi evin kenara itilmiş kızıydı, belki de yurtta büyümüştü. O sırada, abimin kahvaltıda konustuğumuz konuya istinaden; Freud'un teorilerinin ne kadar demode olduğuna dair açıklaması geldi, tam tekrar eğilip "Freudyen yaklaşımı beğenmediğini biliyorum; ama şu kıza bakınca kafamdan çocukluguna dair senaryo yazıp duruyorum" diyecektim ki, yarı yolda kız saçını geriye atınca, boynundaki kalp dövmesi dikkatimi çekti ve cümlemi "la kızın içinde bi piremses yatıyomuş, kalp dövmesi yaptırmış, baksana" dedim. Abim ben bişey söyledikten hemen sonra bakmış olmamak için araya koyduğu 1 dakikalık etik bekleyişin ardından beklediğim gibi bana bakıp gülümsedi. Çünkü beklediği dövme, eğilmiş kadın poposu şekilli (benzetmeyi 9gag'de görmüştüm) bi kalpti, kızsa boynuna gerçek boyutlarına uygun; tüm damarları, kas çizgileri, arter çıkışlarıyla bi kalp çizdirmişti, aklıma direkt aşağıdaki karikatür gelmişti.
Dövmeden yola çıkarak, kızın aslında çok derin duygular hisseden biri olduğunu mu anlatmak istediğini düşünerek, trenden inerken son psikanalizimi yaptım. Alelade, sürekli gördüğümüz tarzda bi punk'cı kıza bu kadar takmamın ve üzerinde düşünmemin tek nedeni, dediğim gibi kızın tarzıyla, ruhunun masum ve kırılgan yanını maskeleyemediği gözleriydi. Sonra neden insanlarin kalbe, kalp sembolüne bu denli önem verdiğini düşündüm. Hayati organ evet, durunca ölüyosun peki; ama bir de duyguları yonetme görevini ona kim vermişti? Daha doğrusu, kim bir görevinin de bu olduğunu sanmıştı? Ruhu sembolize edemediğimiz icin, beyin de o kadar "romantik" bi organ gibi gelmediği icin miydi? Halbuki bana kalsa, duygulari beyinden sonra bağdastıracağım organ, kalp değil mide olurdu. Kalbim de hızlanıp yavaşlamak gibi tepkiler verebilse de; duygular midede daha çok hissedilir bence. Sinirlenince midem bulanır mesela, heyecanlaninca iştahim kesilir, çok mutluyken midemde arabayla hızla bir yerden inerken hissettiğimiz o güzel duygu hissedilir, midede kelebekler uçuşması, mideye bi sıcaklık yayılması, can sıkıntısında midenin kendini boş sanıp habire doldurulmak istemesi gibigibi pek cok tepkisi vardır. Mideye de göze güzel gelecek bi sembol bulunsaydı, belki ilkokullu kızlar sevdiklerinin baş harfiyle kendi baş harfi arasına eğilmis kadın poposu değil mide çizerdi, whatsapp smiley'sinde duygulu sarı kafanın ağzından mideler çıkardı, kıyafetler mide desenli olurdu, <7 falan gibi bi mide emoji kısaltması olurdu, şarkılarda, şiirlerde geçen kalbe alternatif "yürek, gönül" gibi kelimeler, mide için de bulunurdu. Ne biliyim, o kız da boynuna mide dövmesi yaptırırdı belki işte.
Not: Okul başladı, koşuşturmacalı ama eğlenceli günlerim başladı, aşırı eğlenceli bi şenlik geçti, hatta tekrar tatil geliyo falan filan ama bunları da başka bi yazıda anlatırım; uzun zamandır blog yazmıyorum ve blog yazmayı çok özledim ve hepsini bi yazıda tüketmek istemiyorum, bu yazıyı tatilin son günü yazıp taslağa atmıştım, ilk bunu paylaşıyım dedim. Bugün paylaşmamın bi sebebi de, aynı gün içinde alakasız 2 farklı arkadaşımdan "niye yazmıyosun sen artık" ve başka bi arkadaşımdan da "geçen gün Kardelen'le senin blog'unu konuştuk" lafını duymam oldu; böyle gaza gelince hep yazarım ki ben. Daha anlatacağım çok şey var hem; okuldaki 3. senem diğer senelerden daha bi güzel başladı hem akademik hem sosyal anlamda; yakın bi arkadaşımın 8.40 dersinde bıdıbıdı bişeyler anlatmama istinaden "sabahın köründe bile nası mutlu olabiliyosun" diyebileceği kadar pozitif enerji fışkırması yaşıyorum şu ara; güneş enerjisiyle çalışan psikolojim, henüz havanın berbat gidiyo olmasına bile tepki vermedi, hem şenlikte, hem de "Rainy Sunday, post-şenlik, hiçbir şey yapmama günü" olarak nitelendirdiğim dün haddinden fazla yağmur yağmasının bile tadını çıkardım. Gök gürültüsünden bile huzursuz olmadım demek isterdim ama blog'da yalan söylemiyorum.