14 Şubat 2015 Cumartesi

Okul

Belki lisedeyken bulunduğum ortamdan, okuldan, şehirden had safhada sıkılmış olmamdan, belki şu an lise arkadaşlarımın neredeyse hiçbiriyle doğru dürüst görüşmüyor olmamdan, belki değil liseme, liseyi okuduğum şehre bile hayatımın sonuna kadar yolumun düşmesi muhtemel olmadığından olacak; daha ilk buluşmamızda, bana okuduğu liseyi ne kadar sevdiğinden ve beni oraya götürmek istediğinden bahseden sevgilimle, dün sonunda mezun olduğu liseye gittiğimizde, toplam 1,5 yıl sürecek bir restorasyon sürecine girmiş, içinin ve dışının bir kısmının yıkılmış olduğunu, her ne kadar aslına sadık kalmaya çalışsalar da, oranın artık sevdiği, güzel lise anılarının başmekanı olan halinden farklı olacağını, adeta kendi elleriyle yarattığı, gruplarına bile ismini veren müzik odası Atölye'nin de tamamen yıkıldığını ve büyük ihtimalle eski haline dönmeyeceğini öğrendiğinde, ne kadar empati yapmaya çalışsam da, neden o kadar üzüldüğünü tam olarak anlayamamış olabilirim. Tıpkı babamın Kuleli'nin puzzle'ını yapmasını, ayrıca bir tablosunu da evimize asmasını, her İstanbul'a geldiğinde köprüden geçerken gururla bize göstermesini; annemin sık sık Özel Türk Koleji'ni özlemle anmasını, aynı liseden mezun olmamıza karşın abimin CFL'de çok daha eğlenceli anılarının olmasını, üniversitedeki 3. yılımızda halen daha mezun olduğu liseyi ve oradaki insanları anlatıp duran arkadaşlarımı anlamamış olduğum gibi...

Kendi lise hayatımı, belki de önem vermediğimden olacak, flu ve kopuk kopuk garip bir şekilde hatırlıyorum. O zamanlar en yakın arkadaşlarımdan biri olan, benden 2 dönem büyük olduğu için sınıfı üst katta olan Oğuzhan'la kendi katımızdaki koridordan yukarısı/aşağısı göründüğü için el sallaştığımızı, birlikte ya onların katında ya bizim katımızda tur attığımızı hatırlıyorum, ya da serviste yan yana oturmak için birbirimize yer tutma uğraşımızı. Diğer bir en yakın arkadaşım Benay'la öğle aralarında, bahçenin en ucundaki (abimin zamanında bahçemizin ucu bucağı yoktu mesela, zaten şehir dışında konumlandığı için çevresinde kuzuların otlandığı geniş tarlalarla ayıran bir duvar yoktu; bizim zamanımızda duvar yani sınır vardı ama içinde kız öğrenci yurdu, erkek öğrenci yurdu, yemekhane binası, konferans salonu, öğretmen lojmanı ve ana bina, yani 6 binayı kapsayan hayvani bi kampüstü, işte onun en sonundaki) lojmanın arkasında taşlara oturup, öğle yemeği üstüne çikolatamızı yediğimizi ya da çikolatalı sütümüzü içtiğimizi hatırlıyorum. Beden eğitimi dersinde erkekler futbol, kızlar voleybol oynarken hava güzelse bahçedeki banklarda, değilse sınıfta ya da kütüphanede kitap okuduğumu hatırlıyorum. Sürekli benimle uğraşan, eğitim-öğretim hayatımda ilginç bir şekilde asla yıldızımın barışmadığı tek öğretmenim olan fizik öğretmenimizi hatırlıyorum, onun dersi olduğunda nası gerim gerim gerildiğimi. Yine Benay'la derste uzun uzun kağıttan yazıştığımızı hatırlıyorum, birlikte öğleden sonraki dersleri ekip, bir şekilde okuldan kaçıp, dolmuşla eve döndüğümüz zamanları. Öğle aralarında ya da boş derste kızlar depresif şarkılar açıp aşk acısı çekerken, ne kadar ayrı dünyalarda olduğumuzu düşündüğümü, aşka ve ilişkilere dair ettiğim büyük büyük lafları hatırlıyorum. 9. sınıfta, İstanbul'a geldiğimiz okul gezisinde, sürekli 11. sınıflarla takıldığım için, "öf çocuk gibi bu 9'lar" diyebilecek kadar soyutlandığımı, liseli gibi lise yaşamadığım için bi tık daha alien hissettiğimi hatırlıyorum. Bu kadar. Liseden geriye kalanlar aşağı yukarı bunlar. Özlemiyorum lisemi. Güzel anılarımı da özlemiyorum ordaki. Milyonlarca kat daha güzellerini ünivesitede yaşadım, kat kat daha sevilesi insanlarla tanıştım burda çünkü. Bu yüzdendir ki, lise hayatı über mutlu geçmiş insanlar lisesinden bahsederken, onların lisesini kendi üniversite hayatıma eşitleyip, ancak öyle empati yapabiliyorum.

Belki de lise hayatımda görece daha mutsuz olduğum için (ancak "görece" diyebiliyorum, çünkü çok şükür kendimi hayatımın hiçbir döneminde tam olarak "mutsuz" adledecek kadar büyük sıkıntım olmadı) üniversitemi bu kadar çok seviyorumdur. Belki evimden, ailemden ayrı bir şehirde, burası benim evim olduğu için, burada okuduğum, yaşadığım, eğlendiğim için, her noktasını karış karış keşfettiğim, kendi düzenimi kurduğum, sıfırdan kendi çevremi edindiğim, kendi ritüellerimi oluşturduğum, her şeyiyle bana tanıdık, her şeyiyle kendimi huzurlu ve mutlu hissettiğim yer olduğu için, yurt hayatı aşırı güzel bir şey olduğu için, geldiğim günden beri mezun olma korkusu taşıdığım için, şu an lisans hayatımın tam olarak yarısını 2 hafta geçmiş olduğumu düşündükçe, hüzün doluyordur içime. Burda yaşamak isterdim ki ben hep. Gerekirse sonsuza kadar lisans öğrencisi olmaya da tamamım aslında, baya tamamım hatta. Tamamdım daha doğrusu; en azından birkaç ay önceye kadar. İlk kez mezuniyet sonrasına dair beni heyecanlandıracak şeyler hayatıma girdiğinden beri, mezun olmayı da heyecanla bekler oldum. Bu da habitatımdan kopma üzüntüsü hatta korkusuyla, üniversiteden sonraki hayatıma dair heyecanlarımın içimde ciddi bir mücadelede olduğu anlamına geliyor ki; aslında ben 5 yıllık üniversite dönemim bitmesin diye de çırpınsam, lisede olduğu gibi bitmesine de gün saysam; eninde sonunda zaman geçecek, ve ben buradan ayrılacağım. Arkamda bıraktığım yüzlerce güzel anıyla, hayatıma kattığım ve hayatımda kalmasını isteyeceğim onlarca güzel arkadaşla, hocayla. Evet, özleyeceğim hocalarımın olması da büyük bir şey benim için, hala düzenli görüştüğüm tek hocam ortaokuldaki Türkçe öğretmenim, liseden hiç yok tahmin edileceği üzere; ve yine bu yüzden dün; liseden mezun olalı 7.5 yıl olduğu ve üstüne yüzlerce öğrenci okuttukları halde Eren'i gören her hocasının hatırlaması, onun lise dönemine dair pek çok anıya vakıf olmaları, Eren'in her yıl düzenli olarak onları ziyaret ediyor olması da benim için ilginç ve imrenilesi bir olaydı. Ancak böyle böyle kıyaslayınca anlıyorum işte; benim de çimlerimi, gölümü, IC'mi, Hangar'ımı, yurdumu değiştirmeye kalksalar, en az Eren kadar üzülürdüm. Olsun, diyorum böylece, benim de güzel hatırlanası über bir üniversite hayatım oldu, oluyor, olacak gibi de görünüyor bundan sonrasında da. Tabii ki bu über'lik üniversiteden ne beklediğinize göre de değişir; tanıtıma gelip "okul çok şehir dışında" diyerek caanım okuldan, kampüsten vazgeçen; "buranın ortamı iyi değil yeaa, X'in ortamı daha iyimiş, Taksim'e de yakın" diyen öğrencileri tatmin edemedi okulum, canım okulum, güzel okulum. Olsun, bana yuva oldu, benim gibi evci bir insana evinde hissettirdi, daha ne olsun?

Not: Yazıya eklemek üzere CFL'de çekilmiş fotoğrafımı aradım, bilgisayarımda bulamadım. Son sene okuduğum, ama aslında 1,5 ay gidip sonra evde ders çalıştığım okuldan mezuniyette çekilmiş fotoğraflar var; tercih dönemi annemle Bilkent'i gezmeye gittiğimizde bile boy boy fotoğraf çekilmiş, onları saklamışım da adam akıllı CFL yok. O değil de; az daha Bilkent'e gidicektim ben; şimdi ne yapıyor olurdum, kimle, nasıl bir insan olurdum acaba? Paralel evrenlerden birinde hayatı bir şekilde yön değiştirmemiş ve Bilkent'i seçmiş Cansu, naber?