Her tatil başlangıcı heveslidir benim için. Tatil planı varsa vardır zaten, yoksa evde geçirilecek bir tatilden bahsediyorsak boy boy plan yaparım. Bu sefer kesinlikle en verimli şekilde geçecektir tatil, gitmek istediğim yerlere gidecek, görmek istediğim insanları görecek, gereken alışverişler yapılacak, aileyle ta gelmeden birlikte izleriz denen filmler izlenecek, arada ders tekrarı yapılacak, her gün yarım saat de olsa flüt çalışılacak (bu yeni eklendi), istenen kitaplar okunacak, "sağlam kafayla oynarım" diye ayrılan oyunlara başlanacak, yazın alınıp yarılanmamış puzzle yapılacak, tabii bol bol da dinlenilecek. Bu 10 maddeden 5'ini falan anca hakkını vererek yaptım tahmin edildiği gibi. Mesela fark ettim ki bu sefer tenezzül edip yanımda ders için kitabı geçtim not parçası bile getirmemişim, iyi de oldu fazla bagaj ücreti öderken ilk onları suçlardım.
Hazırlık gibi sürekli söylediğim üzere eğitim-öğretim hayatımın en rahat yılından sonra, fresh gibi eğitim-öğretim hayatımın öss senesinden sonra, belki de onla eşit en yoğun yılına geçince neye uğradığımı şaşırdım, yaz tatilindeki "abi ortalamayı yüksek tutarız işte, baştan sıkı tutarsak gerisi kolay" diye kendi aramızda yapılan konuşmalar "hayır yaz okulu bir opsiyon değil, geçilecek bu dersten" şekline döndü. Evet bizde de biraz abartılı panik var, sınavlarımız da iyi gidiyor aslında ama hayal perestliğimze ket vuruldu. Bi de 3 haftada tam yoğunluğua adapte olmuşken şak diye 10 gün tatile girmemiz, şimdi tekrar adapte süreci var. Üstüne 1 hafta sonra mini de olsa bi tatil var, Müzikus'ca Olimpos'a gideceğimiz. Gitti mi yine okul modu? Ha sonra bütün kasım ayı midterm ayı olarak iptal durumda, keza aralıkta da bu midterm'lerin ikincileri gelecek, ocakta finallerden bahsetmeme gerek var mı? Zaten sürekli "sınavlar başlasın bunu yapamayız", "dersler yoğunlaşsın şuraya gidemeyiz" diye diye yapıyoruz planlarımızı, bakalım nolcak.
Ekşi'de bugüne kadar okuduğum en etkileyici entry'yi okuduktan sonra, aynı yazarın diğer entry'lerini de okudum. Bazı entry'lerini bildiğim ama özel olarak takip etmediğim, bugüne kadar keşfetmediğime üzüldüğüm çok çok iyi bi yazarmış. Ama asıl etkileyici kısmı, 9 küsur yıldır sözlük yazarı olunca, entry'leri arasında gezerken hayatındaki değişimleri an be an takip etmek oldu. 2004'te "doğru kişiyi beklemek" konulu, Mina'ya da yolladığım çok beğendiğim bi enrty'yi yazmışken, 2005'te evlenmek, 2006'da anne olmak, 2008'de çocuklarıyla olan diyaloglarını yazmaya başlamış, o çocuklar büyümüş şimdi ilkokula başlamış falan. 2006-2007'den beri facebook'u aktif kullananların profilinde gezerken de bu çok hoşuma gidiyor. Hı bi de, son birkaç gündür ailecek eski fotoğrafları karıştırmamızdan olacak (her şey benim 'daha önce Olimpos'a gitmedim' demem ve ailemin de 4 yaşımda da olsa gittiğimi kanıtlamak için belgeler aramasıyla başladı, gitmişim evet) asla ve asla yaşlanmak istemediğime karar verdim. Yani oldum olası yaşlanmaktan korkarım ama önünde fotoğraflar olunca üzücü oluyor. Misal, 70 küsur yaşında buruş buruş, iki büklüm diye tanıdığım bir uzak akrabamız gençliğinde bildiğin afet-i devranmış, keza çocukluğunda çok çok yakışıklı olan, şimdiyse yılların pek iyi davranmadığı nice tanıdığımız varmış. Bir daha "sen beni gençken görcektin" diyenlere daha temkinli yaklaşacağım. Ama bir yandan da işte bu yaşlanmanın fiziksel götürülerinin yanında, o fotoğraflara bakıp fotoğrafın üzerinden geçen 50-60 yılda o insanın kendine, dünyasına kattıklarını, çocukları torunları sayesinde yeni hayatlar oluşmasına katkıda bulunmasını, onun yaşadığı zamanla şimdiki dünya arasındaki değişimleri düşünmek de hoşuma gidiyor. Ben durayım, zaman aksın en iyisi. Bir de ola ki yaşlanınca o aslında hiçbir şeyi bilmeyen ama yaşından dolayı her şeyi biliyor havasında olan, kimsenin de yaşına hürmeten ses çıkaramadığı ukala yaşlılardan olursam, bu blog'u basın, kupon niyetine yanınızda getirin "böyleyken böyle" diye hatırlatın bana. Bence bizden büyük insanlara hatalılarsa, tabi ki saygı çerçevesi içinde, hatalı olduklarını söyleyebilmeliyiz. Yok ben söyleyemiycem galiba.