21 Eylül 2013 Cumartesi

Pause

Sanki hayatımın İstanbul bölümü ve İzmir bölümü varmış gibi değil de, İstanbul'da ayrı, İzmir'de ayrı bi hayatım varmış gibi geliyor. Yılın bi kısmını bir şehirde, diğer kısmını bambaşka bir şehirde geçiren herkese de böyle geliyordur, biliyorum. 2 farklı yatağın, 2 farklı masan, 2 farklı kahve kupan, 2 farklı pijaman, 2 farklı arkadaş çevren oluyor. Bırakıp gidiyorsun 8 ay başka bir yerde yaşıyorsun, ve geri geldiğinde o 8 ay hiç geçmemiş gibi aynı insanlarla kaldığın yerden devam ediyorsun. Liseye kadar kendi memleketim ve ebeveynlerimin ve ebeveynlerimin ebeveynlerinin memleketi olan bi şehirde yaşadım, liseyi başka bir şehirde okudum, üniversiteyi bambaşka bir şehirde okuyorum. Her yerde arkadaş bıraktım, anı bıraktım. Lisede çok bırakmadım gerçi, neyse. Ama ben İzmir'e, yani memleketime geri geldiğimde evimin, ailemin yaşadığı evin düzeni aynı oluyor, annem de babam da akşamları koltuğun aynı kısmında oturuyor, arkadaşlarımla aynı yerlerde buluşuyorum, metro hala bitmiyor, otobüsler hala yetmiyor, ve İzmir, içindekilerle birlikte hep aynı kalıyor. Bu sırada ben İstanbul'da 1 yıl önce tanımadığım insanlarla milyonlarca anı biriktiriyorum, hemen her gün yeni ve çok güzel insanlarla tanışıyorum, yalnız başımın çaresine bakmayı öğreniyorum; sonra onu pause'layıp İzmir'deki hayatıma devam ediyorum ve döngü bu şekilde devam ediyor. Şu an bu satırları havalandırmanın tepeme tepeme vurduğu, uçağımın 3. kez rötorlanıp totalde 1 saat ertelendiği, uçağa ilk enstrüman sokan benmişimcesine görevliler tarafından yan flütüme meraklı gözlerle bakılan havaalanında yazıyorum. Ve saçma olan şu ki, 5 dakikada bir uçak kalkan Adnan Menderes Havaalanında sade ve sadece benim uçağım erteleniyor, insanlar yanıma oturuyor kalkıyor ve ben hala aynı noktada, laptop'ımın şarjı bitmesin diye dua edip, yanımdaki kitabı bitirdiğime lanetler edip oturuyorum. Birazdan, umarım, İzmir'deki hayatımı pause'layıp uçağa bineceğim, belki bu yazıya yeni yurt odamda, yeni sandalyemde, yeni masamda devam edeceğim. Bir de bence benim gibi ev kuşu bi insan bile ailesinden ayrı bir şehirde yaşayabiliyorsa, herkes yaşayabilir aslında. O değil de, eğer havaalanlarını ve uçağa binmeyi çok seven bi insan olmasaydım hayat çekilmez olabilirmiş benim için.
Havaalanlarına dair en sevdiğim şeylerden biri yürüyen bant. Bütün caddeler böyle olsa mesela...
Tatilim tam istediğim gibi geçti, hem dinlencek çok fazla vaktim oldu, hem de gerçekten eğlenceli insanlarla eğlenceli vakit geçirdim. En rahat yaz tatilimin geçen yaz tatili olacağı söylenip durdu, oysa ki sonuç açıklanması, tercih, tercih açıklanması, eşya toplama vs. derken en stresli yaz tatilim geçen yazdı galiba, bu senekiyse gerçekten yapmam gereken hiçbir şey olmadığı için ilkokuldan beri en rahat yaz tatiliydi. Verimli de geçirdim, en başta flüt çalmayı öğrendim ve sanırım bi 30 yıl sonra da 2013 yazını bununla hatırlayacağım. Belki ilk 10 yıl yanında bişeyi daha hatırlarım ama neyse. Şimdi gidince yine yeni insanlarla tanışacağım, yeni şeyler öğreneceğim ve aslında üniversite hayatım yeni başlıyormuş gibi hissediyorum. Hazırlık da üniversitenin temeliydi sonuçta, en azından yakın arkadaş çevresi anlamında temelin orada atıldığını biliyorum. Şu an 3-4 yaşında dünyanın en kıvırcık saçlı bebeği bana "bllöööppp "yapıyo (Hani şu ağzını büzüp tükürük çıkarır gibi şey yaparsın ya. Of anlatamadım ki), aynı zamanda dünyanın en güler yüzlü çocuğu olabilir, umarım uçakta durmaksızın ağlayıp ona olan sevgimi sarsmaz. Bir de oda arkadaşım benimle aynı havaalanından farklı havayolu şirketiyle 10 dakika arayla (benimki 1 saat geciktiği için) aynı havaalanına uçacak, bu havaalanında uzak kaldık diye bulamadık birbirimizi ve şu an ona "Neyse İstanbul'da buluşuruz" dedim, hani 2-3 araba birlikte bi yere giderken hep arka arkaya gider, araya araba girince sinirlenirsin ya, biz de Birce'yle sanki arka arkaya gidecekmişiz gibi hissediyorum. Havada iki uçak çarpışsaydı tek kazayla aynı odadan 2 kişi ölmüş olurdu, bence böyle küçük olasılıklar mucize diye adledilmesin diye gerçekleşmiyor. Ne dediğimi şu an ben de kaybettim.

Uçak çarpışması demişken, belki de Breaking Bad şu an olağanüstü güzel gidiyor olmasaydı, Dexter'ın finali için daha çok heyecanlanabilirdim. Ama Breaking Bad değil tempo düşürmek; 2 bölüm kala bile insana "oha oha oha" diyerek kendini izletirken, Dexter'ın finalden hemen önceki bölümü böyle yavan, böyle hata dolu (sevdiğim dizilerde mantık hatası yapıldı mı içimde bir şeyler ölüyor) olunca heyecanla bekleyemiyorum bile. Sonuçta bu eylül, benden Futurama'yı aldı, Dexter ve Breaking Bad'i de alıyor ve dizilerine haddinden fazla sevgi ve bağlılık duyan bir insan olarak hayatımda büyük eksiklikler olcakmış gibi hissediyorum.

Dediğim gibi oldu ve şu an satırlarıma yeni odamda, yeni masamda devam ediyorum. 20 + 12 kiloluk 2 bavul + sırt çantası + kol çantasıyla araba park yerlerine en uzak yurtta 2. kata çıktım ve ölüyordum. Tabii geçen sene gelir gelmez kendimizi Via/port'a attığımız için bu sene akıl edemedik, odada ne sabun ne tuvalet kağıdı var, ama şansımıza tuvalet kağıdı için kapısını çaldığımız karşı komşu Serçin çıktı! Ayrıca havaalanından uçağa giden serviste tanışıp şans eseri uçakta da yanyana oturduğum, en son taksiye binene kadar sohbet ettiğim kadının da üniversitedeki en yakın arkadaşıyla niye küstüğünden tut, Cadde'deki favori restaurantına kadar biliyorum ama kadının adı hakkında en ufak bi fikrim yok.

1 yorum:

  1. son cumle o kadar iyi ki. ayni duygulari hissettigim cok kisi var hayatimda ama bu olay cok dramatik olmus.

    senle konustukca/blogunu okudukca oyle uzuluyorum ki bittigine. cok guzel 4 sene gecir cansu, arada misafirlige gelcem.

    ben de simdi istanbul'u pause'luyorum :)

    YanıtlaSil