Ben bu blog’u açarken dedim ki; bu blog’u sadece kendim için
yazıyorum, beğeni, tıklanma sayısı vs. blog’dan mutlu olmam için parametre
olmayacak. Buna rağmen herhalde bir okunma içgüdüsü de peşimi bırakmamış olacak
ki yazdıklarımı (bu da dahil) Facebook’ta paylaşmayı ihmal etmedim. “O okumuş
mu, bu ne düşünmüş” diye umursamayacağıma kararlıydım, ama kendimi olumsuz
yorumları umursamamaya hazırlamışım galiba, insan ister istemez hiç
muhabbetinin olmadığı biri mesaj atıp “blog yazılarını takip ediyorum, çok
güzel yazıyorsun” dediğinde, görüşüne çok önem verdiği insanlar post’u
beğendiğinde, tık sayısının sürekli artmasında mutlu oluyor. Ne bileyim, ben
mesela böyle öznel, böyle kişisel yazıları okumayı çok seviyorum, ama çok
kişinin benim gibi olduğunu bilmiyordum. Ben istedim ki, birkaç yıl sonra dönüp
baktığımda yazdığım dönemde neler düşündüğümü, neler hissettiğimi günlük
okurcasına anımsayayım, ve aynı zamanda bu blog o kadar kişisel olsun ki okuyan
biri sadece yazılarımdan bile beni az çok tanısın. Çünkü ilk yazımda
bahsettiğim diğer 2 blog’da bu pek yoktu, kendimden pek bir şeyler
katamamıştım.
Yeniden blog yazmaya ve böyle kişisel yazmaya karar vermemde
en büyük etkenlerden biri, oturup 200’e yakın yazı bulunan (üstelik 2009-2011
arası yazılmış) blogunu deli gibi okuduğum Burcu’ydu. Ben Burcu’nun blogunu
okuduğumda resmen onu artık tanıyor gibi hissetmiştim zaten. O garip bir his
işte, mesela ekşi’de de bazen tanımadığım bi yazar belirleyip entry’leri
arasında dolaşıyorum, dolaşmam bittiğinde hayatındaki en mutlu günü, çocukluk
travmasını, hobilerini, sevdiği dizileri, geçmişteki aşk acılarını, siyasi/dini
görüşünü, işte kendisinin paylaştığı kadar da olsa pek çok şeyi biliyor
oluyorum, tanıyor gibi hissediyorum, ama o kişi beni hiç tanımıyor mesela. Eğer
hiç tanımadığım biriyle haddinden fazla ortak noktam çıkarsa da inanılmaz mutlu
oluyorum. Neyse, Burcu’yu da tanıdıkça blogundan tanıdığım insanla birebir aynı
olduğunu (yani tabi öyle olcak da, kendini güzel anlatmış demek istedim)
gördüğümde çok hoşuma gitti. İşte benim böyle yazmamda etken olan Burcu, bugün
benim blog yazmamdan gaza geldiğini ve 2011’de yazmayı bıraktığı bloguna devam
edeceğini söyledi! Karşılıklı birbirimizi gaza getirdik resmen heheh.
Kendimi bildim bileli kelimelerle aram iyi, yazmayı severim.
Çoğunu kimseyle paylaşmadığım kısa yazılar yazardım eskiden. Birkaç kez
kompozisyon yarışmasına yazı yollamışlığım ve kazanmışlığım da var. Ama mesela
insan öylesine oturup ne blog, ne öykü, ne essay, ne entry ne bileyim tweet
bile yazamıyor. Tamamen içinden gelmesi lazım. Bu ara benim içimden çok geliyor
mesela, yazdıkça yazasım geliyor, aynı anda 2 blog için yazı hazırlıyorum, bir
de kendim günlük tutuyorum. Şu halim ne kadar devam eder bilmiyorum ama umarım
bu blogu günlük yazmaya devam edebilirim.
Ayrıca çok enteresan ve hoşuma giden başka bir şey var; blog'u sadece facebook'ta paylaşmama rağmen uluslararası bi kimlik kazandı resmen. Şaka bi yana, farklı farklı ülkelerden blog'a uğrayanlar oluyor. Japonya ve Bahreyn'den girenlerin kim olduğunu öğrendim de diğerleri hala bir muamma:
Bugün annemle tatlı alırken (iyi bir çocuk olursanız fotoğrafta
camdaki yansımada tatlı seçen annemi görebilirsiniz) dükkanın camında aşağıdaki
yazıyı gördüm. Satamadığı bayat ekmekleri bile bayat ekmekten köfte yapan
teyzelere satan (bedava verse çok tatlı bi hareket olurdu bence) amcanın ticari
zekasının yarısı bende olsaydı keşke.
Bir de bugün Çeşme-Macrocenter’da şu aşağıdaki hayvani boyuttaki
şampanyayı gördüm. Başta süs olsun falan diye kondu sandım
ama bildiğin satılıyormuş. Fotoğrafı Fulya’ya da yolladım “nasıl sallayıp
açılır ki bu” dedim, kendisinin çözümü “asker uğurlar gibi 3-5 kişi havaya atıp
tutuyodur” oldu. Heheheh.
Ayrıca bugün öss sonuçları açıklanmış. Yani bizim 8 günde
yazılılarımız bile açıklanmazdı, 5 ayrı sınavı nasıl ÖSYM gibi bir kurum böyle
kısa bir sürede açıkladı gerçekten merak ediyorum. Umarım hiçbir hata falan yapılmamıştır.
8 günde yazılılarımız açıklanmazdı ahahaha aynen.
YanıtlaSil