Birini bir yerle özdeşleştirince, sonra onu başka bir yerde görünce hala ilginç geliyor bana. Mesela ilkokuldayken, sınıf arkadaşımla bir restaurantta ya da sinemada falan karşılaşınca acayip şaşırırdım. Koskoca İzmir'de sınıf arkadaşımı görmüştüm, olabilir miydi böyle bir şey! Tabii o yaşta tanıdığım insan sayısının azlığı, bir tanıdıkla karşılaşma ihtimalimi düşürdüğü için, bu tarz tesadüflere daha bir çok şaşırıyor, ve okul dışında ya da okul forması hariç bir kıyafetle gördüğüm insanların artık "sivil haliyle" tanışmanın heyecanını taşıyordum. Dün Mina Çeşme'ye geldi, Mina benim için yurt odamızla, okulla, Via/Port'la, Kadıköy'le, Taksim'le, Ortaköy'le ne bileyim genel olarak İstanbul'la özdeşleşmiş biri, Mina'yı kendi memleketimde görmek bile garip geldi mesela. Abartıp Levent'ten Ortaköy'e yürüdüğümüz o gece geldi aklıma, şimdi Alaçatı çarşı'da yürüyorduk, ya da İstiklal'de gecenin bir yarısı bir yandan shuttle'a yetişmeye çalışırken bir yandan hala "ya bi dondurma da alalım yaa, nolcak" derken şimdi İmren'e dondurma yemeye gidiyorduk, değişik ve güzel geldi. Çocukluğumdan beri hala "başka bir yere ait olarak kodladığın birini, yeni bir bağlamla özdeşleştirme"nin heyecanı duruyor demek ki, ne güzel.
It's kind of a funny story'de baş karakter mutlu değil, ama hayatındaki kötü şeylerden dolayı mutsuz olduğundan değil, mutlu olmak için bir sebebi olmadığından. Ki, bu mantık pek çok kişiye göre saçma gelse de, bence anlamlı. Biri mutlu değil diye illa mutsuz olmak zorunda değil ya da birini sevmiyor diye illa nefret etmek zorunda değil. Evet kavramların zıtları, kavramları güçlendirir ama bir orta yol, nötr olma durumu da vardır her zaman. Yani mutsuz olduğum zamanlar da oldu, mutlu olmadığım zamanlar da oldu, fakat tam açıklanabilecek değil, ancak yaşanarak anlaşılacak büyük farkları var.
Bu da filmde en sevdiğim repliklerden biri |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder