15 Ağustos 2013 Perşembe

Bunları kapsayan bir başlık bulamadım

Yaz başında saçımın bir kısmını maviye boyatmaya niyetlenmiştim. Aman dediler, deniz suyu havuz suyu dediler, akar dediler, sümük yeşili olur dediler, kurur dediler, istediğin gibi maviyi şimdi sipariş etsek bi kaç haftaya gelir dediler, unutmuş dediler, hiç sevmemiş dediler, gücendim yar. Neyse onu istesem her zaman yaparım, daha doğrusu öğrenciyken istesem yaparım. Asıl dürten güdü de “Çalışmaya başlasam ve saçımı maviye boyatsam yadırganırım” oldu zaten. O değil de geçen gece rüyamda saçımı maviye boyatıp eve gelince mavi kısımları kırt kırt kesiyodum. Bilinçaltım çok sayko. Bi de ehliyet alıyım bu yaz dedim, bir üşengeçlik, bir “amaan şimdi bu sıcakta kim şehre gidip gelcek bi direksiyon kursu için, kim oturup motor çalışcak kullanmayacağı bir ehliyet için?” diye vazgeçtim. Yaz aylarının alameti farikası, Almanca öğretmeni annemden Almanca öğrenme girişimleri de başlamadan bitti tabi ki. Sonra “o kadar Fransızca öğrenmek istiyorum, hazır işim gücüm yok, internetten çalışayım” dedim, online ders de sarmadı. Dibimde surf okulları var, bari ona el atayım dedim, o girişimimi de askıya aldım. “Yazın rahat rahat oynarım” diye kenarda beni bekleyen Half-Life ve L.A Noire da beklemeye devam ediyor, bir insan oyun oynamaya üşeniyorsa o insanın hayat damarlarından biri kopmuş demektir zaten, öyle bi haldeyim. Planlarım arasından bir tek flüt dersine başladım, 7’de 1’le yoluma devam ediyorum. Zaten kurslardan birini ya da ikisini seçmem gerektiğine göre, flüt en mantıklı olandı, çünkü en çok istediğimdi. Ve ehliyet için üşendiğim İzmir-Çeşme yolunu, flüt için paşa paşa çekiyorum. Derken derken tatile gireli 2 ay olduğuna ve 1 ay kaldığına inanamıyorum. Yani “temmuzun ortası daha” dense garipsemem. Tatil güzel, ama adını koyamadığım, anlamlandıramadığım bir İstanbul özlemi de peydah oldu, bir de her yıl tam bu zamanlarda gelen “ders çalışmayınca insan çok boş hissediyo yaa” hissi de eklendi. Sonra bu hissimi genelde kasım-aralık gibi hayretle anıyorum.

Aktif olarak 5 yaşından beri bilgisayarla, 10 yaşından beri internetle haşır neşir olan (bok vardı çünkü, asosyal oldum çıktım, ömrümü bilgisayara adadım, sık sık göz kuruluğu için damla kullandım) biri olarak, “indirimli fırsat siteleri”ni yeni keşfettim. Adlarını hep orda burda görürdüm de, inceleme fırsatım olmamıştı. Fulya sayesinde bir kaçına göz attım, ekşi’den de birkaç tane buldum ve içim şişti resmen. Hayatım boyunca kazıklanmış gibi hissediyorum kendimi. “madem bu kadar ucuz da olabiliyordu bunlar, o zaman niyee, niyeeee” diye bağırdığımı hatırlıyorum, sonrası karanlık. Neyse fırsat siteleri falan derken, kendimi “Markafoni-Trendyol-Limango” üçlüsünde buldum. Daha önce internetten hiç kıyafet/ayakkabı alışverişi yapmamıştım, fakat çevremdeki 10 kişiden 9’u alışverişlerini düzenli olarak internetten yapıp bir de “şu ayakkabı 235’miş ben 15’e aldım. Bu elbise 120’den 8.90’a düşmüştü” diye anlattıkça hep “ben de alıyım yaa” dedim durdum ama “ya fotoğraftaki gibi çıkmazsa, ayakkabı ayağıma olmazsa, elbisenin kalıbı bambaşka bir gezegenin ölçülerine göreyse” diye diye almadım. En sonunda bugün Limango’nun tükenmişliği, Trendyol’un “farklı markalardan sipariş verirsen basarız ayrı kargo ücretini” demesiyle Markafoni’den bir şeyler aldım. Heyecanla ve korkuyla bekliyorum. Ama piyasa fiyatının üçte birine falan alınca insan hakikaten “bedavaya alıyormuş” hissiyle doluyor, bence indirim ticaretin temeli. Ben ticaret yapıyor olsam 10 liralık ürünü “300’den 30’a düştü” diye üç katına satardım mesela. Ama insanlar “ohaaaa onda biri fiyatına” diye atlardı. –Aynştayn was here- Bir de şöyle bir şey var: http://www.telegraph.co.uk/science/science-news/8000166/Finding-a-bargain-feels-as-good-as-sex.html
İndirim indirimdir...
Bugün Esin'le buluştum ve bol bol interrail fotoğraflarına baktık. 3 haftada 13 şehre gitmişler ve gerçekten sürekli gezmişler. Açıkçası kasım-aralık gibi Esin interrail planlarından ilk bahsederken "Çoğu diyenin planı lafta kalıyor, Esin'in de gideceğini sanmıyorum" diye düşünmüştüm, şaka maka gitti. Üstelik istasyonlarda duş almak olsun, parklarda mat üstünde yatmak olsun, hostel'lerde bambaşka ülkelerden insanlarla kalmak olsun, bir daha yaşayamayacağı deneyimler yaşadı. Mina’yla tatile giden arkadaşlarımızdan bahsederken biz de ufaktan tatil planı yapmaya başladık. Hiç arkadaşlarımla ayrı tatile gitmedim (okul gezilerini falan saymıyorum tabii) bu yaz da böyle geçti artık, seneye bakalım, cümbür cemaat toplanıp bi yerlere gideriz artık. Blog’um sana söylüyorum, arkadaşlarım sen anla. (Here comes the grammer nazi again). Interrail'dan sonra, öğrencili tatil deyince de son zamanlarda akla ilk Olimpos geliyor, Olimpos’a gitmeyene üniversite mezunu, üniversite mezunu olmayana kız vermiyorlar artık, yani Olimpos’a gidelim, evlenelim, 3 çocuk hibe edelim derim ben. O değil de, kaç gündür sorcam soramıyorum, “Çocuk hibe etmek” tam olarak nassı oluyo?

4 yorum:

  1. peki 2. sinifin buyuk cogunlugunda sacimin bir kisminin mavi oldugunu biliyor muydun?

    YanıtlaSil
  2. ve halen "ya sen sus, bi kere senin sacin maviydi" ithamlarina maruz kaldigimi.

    YanıtlaSil
  3. Aaa oha, aktı mı yeşil oldu mu peki cidden? Bi de o kadar stalk'ladım seni nası mavi saçlı fotolarını kaçırdım :(
    O diil de, üniversite kızılı bizde "üniversitenin ikinci senesi mavisi" olarak vuku buluyor anlaşılan

    YanıtlaSil
  4. akti ve yesil oldu cidden :'(
    dur atiim sana mavi fotolar. universite kizili benim son senemde geldi ya eheh.

    YanıtlaSil