7 Ağustos 2013 Çarşamba

Google'lamak

Hayatımda kendimi yalnız hissettiğim anlardan biri, İstanbul'a geldikten 1 ay sonraya rastlar. Şanslıyım ki, pek çok kişiyi okul açılmadan tanıdığım için geldiğimde, okulda hissetmemiştim bu yalnızlığı. Ama ekim ayının sonuna doğru hastaneye gitmem gerekmişti. Sabahın köründe şurda yazdığım "Kadıköy Şifa'yı bulma" maceramın da geçtiği hastaneden (o başka bir gündü) çıktıktan sonra, öğleden sonra kendimi Kadıköy sahile atabilmiştim. Fakat, tam 2 dakikayla kaçırdığım shuttle'ın ardından bir dahaki 3,5 saat sonra gelecekti (Gürsel'e selam olsun!). İşte o 3,5 saat, o kendimle yalnız kaldığım 3,5 saat "Benim burda ne işim var?"la başlayıp, "17 milyonluk şehirde nası bu kadar az insan tanıyabilirim?"le devam eden bir kendini sorgulama sürecine girmiştim, "mesela şimdi hastaneye yatmam gerekse yalnız olcaktım" diye kendi kendimi bile üzdüm. 3 arkadaşımı aradım, ilki uzaktaydı, gelmesine değmeyecekti bile, ikincisi işteydi, çalışıyordu, üçüncüsü o an girmek istemeyeceğim kalabalık bir ortamdaydı. Kısacası telefon rehberimi baştan aşağı tarayıp, o üçü hariç arayabileceğim herkesin zaten ulaşamadığım okulumda olduğunu fark edip, kendimi aşırı yalnız hissetmiştim. Zamanla her şey düzeldi, arkadaşımın arkadaşı, arkadaşımın arkadaşının arkadaşı derken çok fazla insan tanıdım, en önemlisi aynı durum olsa ilk arayacağım insan olan ve şu an "oha ekim ayında Yeşim'i tanımıyormuşum bile" dediğim Yeşim'i tanıdım, bir de o gün ilk kez kendi başıma İstanbul'da dolaşmış olmuştum ki, şimdi geriye dönüp bakınca yalnız bir 3,5 saat geçirmek niye bana öyle dert olmuştu anlayamıyorum bile. Bahsettiğim 3,5 saati de şöyle doldurdum: Nautilus'a gitmeye çalışırken dolmuşta yanımda oturan kıza "Sabancı'nın 2. sınıfta bölüm seçme sistemi"ni anlatırken ineceğim durağı kaçırdım (zaten nerde inceğimi de bilmiyordum), Koşuyolu'nda olduğunu daha sonra öğrendiğim bir Starbucks görünce indim ki şimdiye kadar gördüğüm en boş Starbucks'tır (3 katlı ve her hatta birer müşteri vardı). Oradan çıkınca yine bilmediğim yerlerde dolaştım, sonra Kadıköy'e geri döndüm, minik keşfime devam ettim, kitap ve plak satan bir sahafta takıldım, ordan çıkıp Kabalcı'ya ilk kez o gün girdim, hatta o kadar oyalanmışım ki az daha 2. shuttle'ı da kaçırıyordum. Ve bu anlattığımı nereye bağlayacağımı unuttum, o yüzden "zamanla her şey düzelir" diyip bitireyim. Ya da "başta hiç istenmeyen şey, sonra çok sevilebilir" de olabilir. 


Bölüm seçmeyi anlatırken ineceğim yeri kaçırdım dedim ya aklıma geldi; ne kadar plan yapıyorsam, ekşisözlük'te "akademik kariyer mi işlek caddede büfe mi" ya da "esra erol'un aylık 500 bin lira alması" ve hatta "akademik kariyeri bırakarak porno yıldızı olmak" gibi başlıkları görünce bu planlara dair heveslerim puf diye sönüyor, adeta yaşam enerjimi kaybediyorum. İşin kötüsü, 1,5-2 yıl önce bütün bölümler bana uzak geldiği tercih yapamazken (sonra hemen tercih yapmam gerekmedi o ayrı) şimdi ise bütün bölümlere heves ettiğim için yine tercih yapamıyorum. Ne acelem var onu da bilmiyorum. Tek korkum, şu durumda olmak:

En azından ben mesleğimi seçerken 'teen 'olmayacağım! - Pollyanna
Düne kadar kendimi "başarılı bir stalker", "adeta bir ejderha dövmeli kız" falan gibi görürken, bugün en basit şeylerden birini bilmemenin utancı içindeyim. Linkedin'in "profilime kim bakmış" özelliğini yeni keşfetmem bir tarafa, tanıştıktan sonra bilgisayara koşup facebook, twitter, instagram, linkedin, ne bulduysam profilini incelediğim insanla ilgili ertesi gün linkedin'in "x senin profiline baktı" bildirimini görünce yaşadığım şaşkınlık bir tarafa...  Bir de o kadar "connection"ım içinde birinin profilime baktığını ilk kez bildiren linkedin'e kızgınlığım var. 
Birkaç yıl öncesine kadar yeni tanışılan birini "google'lamak" şansının olmaması daha mı iyidi daha mı kötüydü konusuna vakti zamanında How I Met Your Mother'ın böyle bi konulu bölümünün (Mystery vs. History idi adı) ardından kafa yormuş, ve karar verememiştim. Hala birinin sadece adını soyadını öğrenip, geçen yaz tatilini nerede kimlerle geçirdiğinden, stajını nerede yaptığına; izlediği dizilerden sarhoşken söylediği şarkılara kadar bilgiye ulaşmak yararlı mı, sosyalliği arttıran bir etkiye mi sahip yoksa azaltan mı karar verebilmiş değilim. "Zaman kaybetmeden birini tanımak"la "Birini tanıma aşamasının zevkini kaçırmak" arasında karar vermek çok güç.
O değil de, şaka maka "Google'lamak", "Tweet'lemek" gibi kavramlar girdi dilimize.

Not: Tatilden çok mutlu olsam da, gerçekten güzel geçse de; ben İstanbul'u da özledim galiba.

Not 2: Kirâze'ye başladım, daha 50 sayfa bile okumamış olsam da, sevdim.

Not 3: Şu aramayı yaparak kendini blog'umda bulan kişi sorusunun cevabını alabildi mi çok merak ediyorum 

5 yorum:

  1. Ah ben sana kurban oluruum,Kadıköylerde bensiz dolaşmış :( Geç olsun güç olmasın. Şifa'ya değil (ALLAH KORUSUN) farklı yerleri keşfedeceğin gün seninleyim artık lilili.
    Hahaha ayrıca son olaya bayıldım :D tuvalet kağıdı olayına dönmüş

    YanıtlaSil
  2. Hihihi keşfedeliim, zaten daha adalara da gidicez, döner dönmez ilk iş ^_^

    YanıtlaSil
  3. Evettt! Ben erken gideceğim biraz.Zaten bir ay sonra bayram vesilesiyle tekrar eve geleceğiz.O ara da hiç yolun olmayız.Sosyalliğin dibine vururuz :D

    YanıtlaSil
  4. oha natilius'a gitmek isterken kendini kosuyolu starbucks'ta bulmak ne abi, iyi karsiya gecmemissin :p (haftaya izmir'e gelip kayboldugumda ve bunlari sana anlattigimda ayni sekilde dalga gecme hakkini az once devrettim, hayrolsun.)

    YanıtlaSil
  5. Nası kaptırdım kendimi konuşmaya sen düşün! Bi de boşuna demiyorum yer-yön hissiyatı sıfır diye... Bol bol dalga geçerim o zaman heheh :P

    YanıtlaSil