16 Şubat 2014 Pazar

Serpme

Bilgisayar Mühendisliği seçersem ne denli başarılı ve mutlu olacağımı göreyim diye bu dönem CS 201 ( programlamaya giriş dersi) almaya heveslendim, ama maalesef ne kadar CS okuyan kişiyle konuştuysam, bana sırf bunla hiçbir şeyi anlamayacağımı, mutsuz olcaksam ilerki derslerde açığa çıkacağını söylediler, üzüldüm. Kaldı ki, 2. dönem ekstra ders almak benim için ne kadar mantıklı oldu bilmiyorum çünkü 14 yıllık eğitim-öğretim hayatımda ben her zaman kışın iyi ders çalışan, bahar gelince saldıkça salan, Öss'de bile mayısın ortasından itibaren doğru dürüst ders çalışamayan biri oldum, fresh derslerinin yanında CS neyime. Yine de acele etmemin sebebi, hayatım boyunca yapacağım mesleğe dair doğru kararlar vermek istemem, anlık bi bıkkınlık ya da anlık bi hevesle pişman olcağım bişey yapmak istemiyorum. Hem Bilgisayar Mühendisliği, hem Biyomühendisliğe dair çok fazla hayal kuruyorum, hayatıma dair yapmak istediğim çok fazla şey var, çok fazla yerde çok fazla şey başarmak istiyorum ama nerden başlayacağımı, neyin ucundan tutacağımı bilmiyorum. Hobisini işine, işini hobisine çeviren insanlardan olamayacağımıysa çoktan anladım; benim hayallerim blog yazmakta ya da flüt çalmakta yatmıyor ne yazık ki, flüt hocam bile aşırı yetenekli ve başarılı olduğu halde bence tam olarak hak ettiği yere gelememişken, ben bi 2. oktavda sesi çatlatmamaya bakıyım önce en iyisi.
Neyse, elbette ders şimdilik çok ilgi çekici geldi, ama sürekli ödevlerin ne kadar vakit alcağından bahsedilince yine tereddüt ettim, fakat amfi dersinde sorduğum soruyu hoca beğenince yine heveslendim, sonra bunu abime ve Sina'ya anlattım, ki ikisi de CS mezunu, onlar da beğendi çünkü bilmeden ilerki konularla ilgili bişeye değinmişim, bi daha sevindim. Şimdilik bi başarım olarak soru soruyorum, belki bi gün cevap da veririm heheh.
İlk kodla, yeni doğmuş gibi dünyayı selamlamak, CS'in sevdiğim taraflarından biri
Her ne kadar feminist geçinsem de, konu kadın olunca, seksist ya da küçük gören yorumlara karşı çok hassas ve aşırı tepkili olsam da, maalesef ben de bugüne kadar, kendimi hemcinslerimden soyutlayıp; minicik şeyleri abartan, depresyondan depresyona koşan drama queen'lere "heh, dümdüz kız işte" dedim, kız beyniyle, duygusallığıyla dalga geçtim. Çok acı bir şekilde anladım ki; benim de onlardan pek bir farkım yokmuş. Çünkü istediğin kadar aslını inkar et; 2 X kromozomu yan yana gelmeye görsün, saçmasapan olayları, saçmasapan insanları, saçmasapan ihtimalleri kafaya takmak eksik olmuyormuş. Resmen can sıkıntısından kendime sinir olacak şeyler yaratabiliyorum ve bunu Atakan'a anlattığımda "Çok normal, çünkü kızsın. Bi kıza göre az bile duygusalsın, ama yine de kızsın" dedi. Ve maalesef Atakan haklıydı. Üstelik benim kendi sorunlarım da minicik şeyler; hani vücudunda ufak bi acı olduğunda onu yoğun hissedersin, sonra daha yoğunu gelince daha güçlü olanı hissedersin, artık az olanı hissetmezsin bile ya, benim de daha büyük dertlerim olmadığı için o anki küçük sorun bile gözümde kocaman olabiliyor. Yani benim hep yoğun olmam lazım, kendi halime bırakılınca vaktimi saçmasapan şeyleri kafaya takarak geçiriyorum. Hani Bridget Jones'un Günlüğü 2'de, Bridget Tayland'daki hapishanedeki kadınlara "sevgilim iğrenç bi insan" diyodu, kadınlardan biri "evet benimki de öyle, beni zorla başka adamlara sattı", diğeri "beni zorla eroine alıştırıp, eroin satmaya zorladı" derken, Bridget'a döndüklerinde "ehe, benimki de hukuk resepsiyonunda yanıma oturmadı" diyordu ya; ciddi sorunları olan insanların yanında benimkiler de böyle kalıyor işte. Az önce Bridget Jones'dan alıntı yaparak, paragraf içinde baya tutarlılık sağladım.

Tabu Notları

"Çölde yaşayan hayvan"
"Kutup ayısı"
"EVET!"

"Erkeklerin sıçtığı yer"
"Pisuar"
"Oha öyle bişey yapmıyoruz, çok yanlış anlamışsınız"

"Ben nası bi insanım"
<derin sessizlik>
"Abi ya.."

"Yeşil canlı. Shrek, Hulk, Yoda, Goblin falan demeyin ama"
"???"
"Kelime 'bitki'ydi yalnız"

Rakip takım anlatırken yasaklı kelimeleri "dütlemek" için kontrol etmeye gitmişken onlara yardım edince 3 takım arkadaşımın aynı anda koşarak gelip kolumdan tutup yerime oturtması, mimiksiz anlatma geldiğinde "ayağıyla mimik yaptı!" lafı, "BEN ÇİRKEF DEĞİLİM!" atarı akılda kalan diğer komik detaylar oldu. Tabuda da önemli olan, kimin kazandığından çok bu komik diyaloglar zaten.
Ama biz kazandık, o ayrı.

6 Şubat 2014 Perşembe

Zaman Kapsülü

Futureme.org diye bir site var. Gelecekteki kendine mektup yazıp, mail'ını verip yollayabiliyorsun, istediğin zamanda iletiyorlar, en erken 1 ay sonraya, en geç 50 yıl sonraya kadar. Bir çeşit online zaman kapsülü yani. Ben ilk mektubumu yollayalı 4,5 yıl geçmiş üstünden; yazı dili, o zamanki hayaller, her şey o kadar farklı ki. Öss'ye hazırlanırken yazdığım bir mektupta da şöyle demişim "sen bunu okuduğunda, yazmamın üstünden 1 yıldan fazla geçmiş olcak. Nerde okuyacağını, ne okuyacağını hiç bilmiyorum, ama 1 yıl sonraki Cansu'ya daha çok güveniyorum, biliyorum ki pişman olcağın bi karar vermemişsindir. Nerde nası olursan ol, çevrenin kafa dengi diyebileceğin bir sürü insanla dolu olmasını umuyorum, bu da yeterince büyük bi dilek zaten şu anki çevreni düşününce :P ". Liseye göre kat be kat daha fazla sevdiğim bir okulum ve arkadaşlarım olduğu için bu dileğimi gerçekleştirdiğimi gönül rahatlığıyla 2011'deki Cansu'ya iletmek istiyorum. Gözün arkada kalmasın, çok güzel bir karar verdin hayatınla ilgili. Gerçi arkada değil önde kalıyor göz sanki. Kehkehkeh.

"Ne yaşadığını unutabilirsin, ama ne hissettiğini asla unutmazsın" diye bi laf var ya, işte o baya yanlış. Neler yaşadığımı saniye saniye sayabilirim şurda da, ne hissetmiştim ne düşünmüştüm gerçekten hatırlayamıyorum çoğu zaman. Ama daha sonra yapcaklarıma karar vermem için, o an ne düşündüğümü bilmem lazım; çünkü bir sorumluluğum var onları yaşayan Cansu'ya karşı. Benim o an ne düşündüğümü benden iyi bilen-hatırlayan tek şey günlüğüm olduğu için, ilk ona sarılıyorum ben de. Bana en dürüst davranan, en doğru akıl veren de geçmişteki Cansu oluyor haliyle. Günlüğüm ve Futurme'den kendime yazdığım mektuplar sayesinde geçmişle bağımı hep sıkı sıkı korumuş oluyorum, zaten bu yüzden de yazarken ilerde okumak üzere geleceğe dair tahminler yapıyorum. Her şey planladığım gibi gitseydi çok sıkıcı olcağı için, olayların tahminimin dışında gelişmesini de bi o kadar seviyorum. O değil de, keşke geleceğe değil de, geçmişe de ulaştırabilseydik yazdıklarımızı, sadece 1 şansım bile olsaydı bunun için ve en azından "dikkatli bak etrafına" diyebilseydim geçmişteki Cansu'ya... Maalesef henüz böyle bir teknoloji, Futureme'de bile mevcut değil, denemiş oldum çünkü.
Ah zaten bi de bunu yapsan Futureme...


Ben çocukken büyükler doğum günlerinde, yılbaşılarında "zaman ne çabuk geçiyor" dediğine durur düşünür, "oha nası yavaş geçiyor, koskoca BİR YIL geçti bi kere" derdim, o zamana kadar geçen ömrüme kıyaslayınca çocukken 1 yıl büyük oluyor tabii. Şimdiyse oturup, okulda geçireceğim 10 dönemden 3'ünün geçtiğini düşündükçe içime sıkıntılar giriyor "mezun olmak istemiyorum" diye mesela, çünkü aslında geri kalan 3,5 yılın çok değil, baya az bir zaman dilimine işaret ettiğini görebiliyorum. Bi de Ekşi'de gördüm bugün, "Hayalet Sevgilim" şarkısı çıkalı 9 yıl olmuş. 9 yıl ne demek? Ortaokulda sınıfta muhabbetini yaptığımızı çok net hatırlıyorum biri gelir "kızın sevgilisi askerdeymiş, kavga etmişler, o gece çocuk ölmüş, kız da ona yazmış", biri "yok yok kansermiş", diğeri gelir "benim ablam o İrem'i tanıyo, sevgilisi intihar etmiş" derdi falan. 9 yıl geçmiş olması o kadar saçma ki.

Zamanın ne kadar hızlı geçtiğini, birkaç gün önce tekrar Melis, Esin ve Ceren'le buluşunca düşündüm asıl. Biz ne zaman "büyüyünce ne olcaksın" muhabbetlerinden, ciddi ciddi kariyer planları yapıyor hale geldik ki? Daha birkaç yıl önce haftasonu dersaneden sonra sevgilisiyle sinemaya gitme planı yapan arkadaşım, şimdi o sevgilisiyle aynı evde yaşıyor, geçen ay doğalgaz faturalarının ne kadar çok geldiğini, son zamanlarda ne çok misafir ağırladıklarını falan anlatıyordu üstelik. Fakat bir noktada, Melis Skolyoz'unu, ben kistlerimden dolayı kullandığım ilacı, Ceren ayağındaki kemik problemini anlatırken "nooooluyo bize, niye 60 yaşında gün teyzesi muhabbetine döndük bi anda" diye, büyüme evresini geçip direkt yaşlanmaya başladığımızı düşünmedim değil. Akşamın devamında yaş sınırı için kimlik soran görevlinin biraz keyfimi yerine getirdiğini bile söyleyebilirim bu yüzden, 1 ay kadar önce İstanbul'da aynısı olduğunda içten içe kızdığım halde. Galiba artık küçük gösterdiğim için üzülme evresinden, "olsun olsun, bi kaç seneye iyi olcak bu" diye düşünme evresine geçmemin zamanı geldi; kaldı ki o kadar küçük gösterdiğimi de düşünmüyorum o ayrı.

Birkaç gün önce, Philip Seymour Hoffman, ki kendisini pek çok filmde büyük-küçük rollerde görmüştük, vefat etti. Vefat nedeni vs. hiç önemli değil de, ölmeden önce  "The Hunger Games: Mockingjay"in 2 part halinde yayınlancak son filmlerini çekiyordu, ki önemli de bir rolü vardı. Ama adamcağız ölünce önemli olan tek şey filmin yarıda kalmasıymış gibi (adamın hayatı yarıda kaldı be!) yapım şirketi Lionsgate'in yöneticisi anında  "ya merak edilcek bişey yok, zaten 9 günlük çekimi kalmıştı, önemli ve duygusal sahnelerdi de ama pek çok geçici sorunla karşılaşsak da filmi yaratıcı bir şekilde tamamlayacağız" diye açıklama yapmış. Oh yani cidden, o zaman Hoffman'ın ölümü eskisi kadar üzücü olmadı demi? Hatta o 9 günü de tamamlasa hiç sorun olmayacakmış da... Hayatımda bu kadar net "kasap et derdinde, koyun can derdinde" olayı görmemiştim. "Hollywood işte, nolcak, bi yığın duygusuz adam" diye klişenin dibine de vurayım madem.