10 Nisan 2014 Perşembe

2.

Bu sabah, gözümü açar açmaz telefonu elime aldığımda, "Tebrikler, 2014 Deneme Yarışmasında 'İkincilik Ödülünü' kazandınız!" yazılı bir mail bulunca ilk aklıma gelen; yazdığım denemenin konusunun da "Dijital İletişim Bağımlılığı" olduğu ve yazıma "Sabah uyanır uyanmaz aklıma gelen ilk düşünce, yatağımın hemen ucunda bulunan cep telefonuma bakmak oluyor. Saatin kaç olduğundan bile önce, gelen bildirimlere takılıyor gözüm. Uyuyarak geçirdiğim 7-8 saatte neler olup bittiğini bilmeliyim çünkü, geri kalmam mümkün değil. Muhtelif haberleşme kanalları üzerinden gelen mesajları okuyup, e-postalarımı kontrol edip yatağımdan iniyorum..." şeklinde başlamış olduğumu düşünüp, buna baya güldüm. Sonra, narsizmin doruklarında gezerken "1. kim olmuş ki acaba yeaa" dedim. Evet, kimleri geçip 2. olduğum değil, "kimin beni geçtiği" çok daha önemli.

İlkokuldan beri dersleri iyi olan, çalışkan bir öğrenci oldum ama ders konusunda herhangi bir hırs yaptığımı, kendime birini hedef seçip "şunu geçmeliyim" dediğimi, bir sınavdan sonra "off X beni geçmiş!" diye hayıflandığımı hatırlamıyorum. Demek ki konu "yazmak" gibi kendime daha çok güvendiğim, aldığım takdirle kendimi daha mutlu hissettiğim bir alan olunca, hırs da yapıyormuşum. (Sonra yarışmada 1. olanın, benim yazın blog'da da bahsettiğim, Öss sonrası tercih döneminde "abla modunda" maillerle sayfa sayfa tavsiyeler verirken, hazırlığı atlayıp pat diye benle aynı dönem olan "Bengüsu" olduğunu öğrenince rahatladım biraz).
Yazmayı, sanırım yazmayı öğrendiğimden beri seviyorum. İlkokulda bilgisayarda saçmasapan hikayeler yazıp, sonra o zamanlar bilgisayarı abimle ortak kullandığımız için onun bile okumasından utanıp hemen sildiğimi hatırlıyorum. En büyük pişmanlığım, ortaokulda baya aylarca düzenli olarak yazıp, 100 küsur sayfaya ulaştığım; çokca İpek Ongun ve muhtelif "genç kızlara yönelik" romanlardan etkilenerek yazdığım ilk roman denememi, bir gün baştan sona göz gezdirip "ıyyy çok saçma bu" diye acımadan silmemdir. Belki de bu, gelişim çağında olmanın bir getirisidir; büyüme ve olgunlaşma hızı şu ankine göre çok daha hızlı olduğu için, daha bir önceki gün yazdıkların bile çocukça ve saçma geliyordur. Keşke kendime gülebilecek olgunluğa erişseymişim, ya da erişecek zamana gelene kadar o yazıları saklayabilseymişim. Şimdiyse, sürekli kitap okuduğum ve etkisinde kalıp bir şeyler yazmaya çalıştığım o yıllara dair elimde kalan tek yazım; ortasonda bana il 1.liği (bak onda birinci olmuşum ama -_-) getiren kompozisyondur. Ve aslında sandığım gibi, kendi kazandığım ilk para, geçen sene rektörlükteki kısmi zamanlı işte çalışarak aldığım değil; o yarışmada kazandığım "yarım altın"dır. Ve halen de; Such as blog'ta da yazarak para kazanıyorum; demek ki henüz bir mesleğim olmasa da ve hatta hangi bölümü seçeceğime bile emin olamasam da; ben aslında 13 yaşımdan beri; toplamda bir asgari ücret bile etmeyecek de olsa, kendi paramı "yazarak" kazanmışım. Para, yaptığın işin somut bir şeye dönüştüğünün bir sembolü; aylardır konuşmadığım, doğru dürüst muhabbetimin olmadığı bir insanın "blog'unu düzenli okuyorum" demesi; çok da yakın olmadığım birinin benle konuşurken "blog'unda da yazmıştın ya geçen" demesi, hepsinden daha büyük bir haz veriyor. Burası beğendirme kaygılı yazdığım bir yer değil, yarışmaya gönderdiğim yazı ya da Such as'e yazdıklarım öyle olabilir; ama burası saçmalayabileceğim, değil üçüncü; ikinci kişileri bile ilgilendirmeyen şeyleri, "kendimi" yazabileceğim bir yer; eğer bunla da okunabiliyorsam ne mutlu bana işte ^_^ 
Gofret konuyla alakasız
Salı akşamı sınavların bitmesiyle; adeta sınav yoksa okul da yokmuş gibi, erken bir tatil moduna girdim, okulda napcağımı şaşırdım. Son sınavdan çıkınca, IC'ye koştum, boyum kadar dergi toplayıp, IC'nin en sevdiğim köşesi olan cam kenarındaki armut koltuklardan birine yayıldım. Hayatımda ilk kez, kuaför dışında, kendi irademle diğer dergilerin arasından seçip "Cosmopolitan" okudum. Başta çakma Carrie Bradshaw'lara "olmaz tatlım, burası New York değil ve yazdığın erkeklerin yarısının gerçekte var olmadığını, bu kadar renkli bir hayatının olmadığını biliyoruz" diye burun kıvırdım, "İlk buluşmada hangi yemek sipariş edilmeli", "Burcunuza göre sex pozisyonları", "Aldatılıp aldatılmadığınızı bu testle öğrenin!" tarzı (başlıkları şu an ben salladım ama genel gidişat bu yönde) yazıları bile kafa dağıtmak için okurken; karşıma bu ara aklıma en çok takılan konuyla ilgili bir yazı çıktı. Alaycılığı bir kenara bıraktım, popom yere değecek kadar kaykılıp oturduğum minderde doğruldum; başladım yazıyı okumaya. "Hımm kadın ne haklı", "aa tam benim düşündüklerim", "ehe evet yaa neden olmasın" derken; ben, Cansu, bugüne kadar Cosmopolitan tarzı dergileri, bu dergileri okuyanlarla, bu konuları haddinden fazla kafaya takanlarla dalga geçen ben, bir Cosmopolitan yazısıyla aydınlandım, ders aldım. Demek ki, her yerde alınabilecek bir şey varmış; sonuçta her insanın bir sürü yönü varmış, hepsini beslemek lazımmış, ben de kadın yönümü besledim, yetmedi o akşam 2 Cosmopolitan daha okudum. Sonra özüme dönüp Uykusuz, Geo, Atlas falan da okudum ama ne yalan söyliyim, Cosmopolitan okurkenki kadar eğlenmedim, kafa dağıtmadım. Hatta Atlas'ta, "Biyoteknoloji ve Biyomühendislik" konulu; hem Biyomühendislere "yaşam mühendisi; doğanın gücünü kendi gücüne katmayı başaran, 21. yüzyılın yıldızları" diyen, hem de "dünyada açlığı bitirmek için değil; tarım işçilerini yoksullaştırmak, kapitalist düzeni beslemek için çalışan, etik kurallarına karşı davranan, uzun vadede doğanın dengesini bozacak canavarlar" diyen; kafası epey karışık bir yazarın yazdığı yazıyı okurken değil eğlenmek; baya sinirlendim. Hı bir de konuyla alakasız; bir araştırmada insanların fotoğrafını çekmişler, sonra photoshopla karşı cinsten birine dönüştürmüşler, tanınmasın diye de azıcık yüzleriyle oynamışlar, insanların %90 küsuru, yüzlerce kişi arasından gidip en beğendikleri kadın/erkek olarak kendi yüzlerinin değişmiş halini seçmiş. Bu da narsizm sayılır mı bilmiyorum, sonuçta kendileri olduklarının farkında değiller ama epey komik olduğu kesin.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder