28 Haziran 2013 Cuma

Su soğuk ama girince alışıyorsun

Alaçatı’nın rüzgarı dillere destan, zaten o kadar kuvvetli olması sayesinde rüzgar panelleri aracılığıyla elektrik elde ediliyor. Nitekim, bugün de inanılmaz bir rüzgar vardı, hava da epey serindi. Hani su soğuk olduğunda milim milim ilerlersin, dalga geldikçe kaçarsın, senden önce giren birine “su nasıl” dersin, o da “yani başta soğuk ama girince hemen alışıyo insan” der, cesaretini toplayabilirsen atlarsın ya. O andan itibaren sanki aslen sucul canlıymış, habitatın zaten denizmişcesine suyun sıcaklığına alışırsın, hatta o kadar alışırsın ki başını sudan çıkarınca bile üşümeye başlarsın.
İnsan bir şeye o kadar hızlı adapte olabiliyor ki, sanki ömrü boyunca hep o şeyle yaşıyormuş gibi hissetmeye başlıyor. Üniversite tercihi yaptığım dönemde bir arkadaşım, geçen yıl tam da bu zamanlar bu adapte olmakla ilgili “İnsan dünya üzerindeki en iyi adapte olabilen hayvan. Hissedeceğin acılar zevkler zorluklar başarılar nefretler, her şey ama her şey içinde olduğun yere göre tekrar tekrar şekillenerek sana göre evrilecek” demişti. Geçen sene bu zamanlar benim için doğru şeyin Bilkent’te okumak olduğunu zannediyordum. Benim için tek doğru oydu sanki, başka yerde mutlu olamazdım. Sonra, yine bu adaptasyonla ilgili şeyleri söyleyen arkadaşım sayesinde Sabancı’yı da düşünmeye başladım. Yine de temmuzda annemle birlikte Ankara’ya, Bilkent’in tanıtımına gittim. Ankara doğum yerim, ama o dönem babamın işinden dolayı ordaymışız, Ankara’yı hatırlamıyordum bile yani. Ama ne bileyim, geçen yaz gidince bi sevemedim orayı işte. En canlı en hareketli yeri 7. Caddeymiş, arkadaşım aldı oraya götürdü ama yine de bir ruhsuz gelmişti. İstanbul için İstiklal neyse, İzmir için Alsancak neyse, Ankara için de 7. Cadde oymuş, ve bir yaz akşamı olmasına rağmen oldukça sıkıcıydı. Neyse, sonuç olarak Sabancı’ya geldim, ve şimdi ne Ankara’da Bilkent’te, ne de Sabancı dışında herhangi bir yerde mutlu olabileceğimi düşünmüyorum. Belki orda olsam da bir şekilde oraya adapte olurdum, ama 1 yıl boyunca “Bilkent, Bilkent” dediğim halde şu an okuluma öyle bir bağlandım ki Sabancı dışında, İstanbul dışında başka bir yerde yaşamam, mutlu olmam mümkün değilmiş gibi geliyor.

Bkz: Blog'da fütursuzca okulunun reklamını yapmak

Halbuki alışabiliyor insan. Her şeye alışabiliyor gerçekten. Ben yaz tatilinde otellerde abimle kalmam dışında hayatım boyunca odamda yalnız başıma uyurdum. Ama bu sene 3 kişiyle aynı odada uyumaya alıştım. Çamaşır yıkayıp ütü yapmaya, bulaşık yıkamaya alıştım. Kimse hatırlatmadan (tamam bazen arkadaşlarımın hatırlatması gerekti) yemek yemeye alıştım. Annem yanımda olmadığı halde dışarı çıkarken hırka almaya alıştım, hatta arkadaşlarıma annelik taslayıp “üşürsün, üstüne bişeyler al” demeye alıştım. En fazla 10 gün ayrı kaldığım ailemi 1,5-2 ay görmemeye alıştım. Çevrem değişti mesela, yeni insanlara alıştım. Halbuki şu an en yakın gördüğüm insanları 1 yıl önce tanımıyordum bile, ne garip. Anlatacağım bir şey olduğunda arayacağım arkadaşlarım değişti, bir bakışla bin şey anlatabildiğim, aynı anda konuşmadan aynı şeye güldüğüm yeni arkadaşlarım oldu, onlarla kendi “inside joke”larımız oldu. Hani insan “x olmadan yaşayamam, y yapmadan mutlu olamam” dediği her duruma alışabiliyor aslında. Konuşmadan 1 gün geçiremeyeceğini sandığı insanı tamamen hayatından çıkarmaya da alışıyor, sevdiği bir insanın ölmesine de alışıyor mesela. Çünkü hayatına eskisi gibi devam edebilmesi için elinden gelen tek şey bu, alışmak. Ve bu “alışmak” sonucu da şanslıysan, eskisinden daha da mutlu olabiliyor.

Not: sonunda sinek tellerimize kavuştuk! Zaten dün gece eve kurbağa girmesiyle son noktayı koymuştuk sanırım. Binbir güçlükle hayvanı dışarı çıkardık, bi panik pıtı pıtı gitti kendini havuza attı, ordan yine hızlı hızlı kurtuldu, gözden kayboldu ama yok böyle yaşanmaz yani.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder