10 Temmuz 2013 Çarşamba

Akışkanlık

Bugün annemle Daisy adlı Kore yapımı bir film izledik. Film boyunca dedim ki "Yahu bu adam aynı A Moment to Remember'daki adam, kadın da My Sassy Girl'dekinin ikizi gibi. Yo hayır Cansu, bu ırkçılığı yapmış olamazsın, bütün Asyalılar birbirine benziyor, hatta trafikte de kötüler değil mi? Çok ayıp. Ama çok benziyor yaa" diye diye kendimi yedim, sonra bi de baktım ki cidden adam da kadın da tahmin ettiğim kişilermiş. İşin tuhafı ben hayatım boyunca topu topu 3 Kore filmi izledim, onların da oyuncuları ortak çıktı, artık Kore sinemasında oyuncu kıtlığı mı var, ben mi bir şekilde denk getirdim bilmiyorum. Bu arada, bu filmlerin içinden ennn çok A Moment to Remember'ı tavsiye ederim.
Daisy, bir kiralık katil, bir polis ve bir ressamı anlatıyor.

Bugün o blog senin bu blog benim gezerken, çok alakasız bir blog'da bir yazının başlığının çok sevdiğim bir insanın sözü olduğunu fark ettim. İşin tuhafı bu çok sevdiğim insan öyle Oscar Wilde falan gibi aforizmalarıyla ünlü biri değil, bildiğin benim arkadaşımdı. Aslında sadece adı yazıyordu, soyadı yoktu ama o cümle ve o ismi görünce bütün stalker güdülerim harekete geçti, hummalı bir araştırma sonucu hakikaten o blog yazarının benim arkadaşımın arkadaşı olduğunu ve sözün de ona ait olabileceğini fark ettim. Hem arkadaşımın özgünlüğüne hayran kaldım, hem de "oha ama nasıl yani, bu blog çok alakasız çıktı benim karşıma, nası oldu ki bu şimdi?" diyip durdum. Blog'a kusturana kadar şu cümleyi kazıyacağım ki; "dünya çok küçük". Bazen "Acaba ben mi çok insan tanıyorum da onlar da çok insan tanıyor da öyle öyle herkesle bir bağlantım çıkıyor? Acaba bugün rastgele yoldan birini çevirsem ve çok zorlasak ortak bi tanıdığımız çıkar mı? Ama bunu doğup büyüdüğüm şehirde yapmak mantıklı değil, daha önce ayak basmadığım bi şehre gidersem ilk bunu deniycem" diyorum, ama insanların beni deli sanmaması adına yapmayacağımı biliyorum.

Hala yoğun bir şekilde okulun tanıtımına devam ediyorum, üstelik tanıtım grubunda falan da değilim ama internet başından da olsa onlar kadar çalışıyorum. Ben okulumda cidden mutluyum, doğal olarak iyi yanları benim için daha fazla olduğundan bunları çok anlatıyorum. Ama reklamını yapmıyorum sonuçta, tercih döneminde fikrimi soran hiç kimseden okuldaki kötü bir şeyi gizlemedim hatta "yani şu iyi ama mesela şöyle de kötü bir şey var" diye kendim anlattım, sonuçta o insanın okula gelmesi benim için hiçbir şey değiştirmeyecek, okuldan kimse bana "aferin Cansu, x ve y senin referansınla Sabancı'yı seçmeye karar vermiş, seni mütevelli heyete alıyoruz" demeyecek. Kaldı ki okulumu harikalar diyarıymış, düşler ülkesiymiş, ütopyayımış gibi anlatsam da bu insanlar 2 ay sonra gelecek, olan biteni görecek kimi kandırabilirim ki? Canımı sıkan sadece üniversiteyi kazanacak seviyeye gelmiş insanların ciddi ciddi "yani tabi özel okul olduğu için, devlet okuluna göre daha rahattır" demesi. Hani o derslere girmeden, o ödevleri yapmadan, o midterm'leri ve finalleri vermeden bize diploma verdikleri yok da, öyle olsaydı bile "satın aldığımız" diplomalarla iş hayatında ya da akademik hayatta doğal seleksiyonla elenirdik bence. Korkmaya gerek yok.

Facebook, ekşi sözlük, twitter, blog falan derken sosyal medyanın kölesi olmuş biri olarak ara ara bu "sosyallikten" sıkılmamı da oksimoronik bulup özeleştiri yapıyorum. Tamam bu kadar her mecrada "paylaşmak" benim seçimim ama an geliyor kendimi kapatmak istiyorum ve doğal olarak bu normal zamanda "paylaşımda bulunduğum" insanlar benimle bir şeyler "paylaşmaya" devam etmek istiyorlar. Arkadaşlarımı cidden çok seviyorum, 'bi kısmıyla' muhabbet etmekten de çok zevk alıyorum ama bazen de en azından dışarı çıkmadan evde oturduğum bir günü ailem dışında kimseyle iletişimde bulunmadan tamamlamak istiyorum. Bu "bana mesaj atmayın" falan da demek değil, canım konuşmak istemediğinde zaten ne telefonuma ne facebook'uma bakıyorum, baktığımda ve cevap verdiğimde de zaten istiyor oluyorum. Ama bence insanın arada da olsa asosyal olmaya hakkı olmalı. Ve bunun illa depresyon ya da birilerine kızgın olma gibi bir nedeni olmasına gerek yok bence. Hı ama bu "el altında olma" durumuna kendim de çok alıştığım için,  öyle bir çağa doğduğumuz için, aniden bütün sosyal medya hesaplarını kapatan bir arkadaşımın ölmesinden falan korkabiliyorum da.

Tabi böyle iletişimden uzak, yalnız kalmaya ihtiyaç duyulan zamanlarda da kendi kendine alakasız şeyler kurmamak ya da sıkılmamak için bi uğraş lazım. Hazırlıkta ilk gördüğümüz konu Csikszentmihalyi adlı bir psikoloji profesörünün "Flow Theory"siydi. Temelde diyordu ki, zihni meşgul edecek bir uğraşla ilgilendiğinizde zaman adeta su gibi akıp gider (flow burdan geliyo zaten) ve bu "flow aktivitesi"nden başka bir şeye de odaklanmazsınız. Bunu çok sinirli ya da çok üzgün ya da çok heyecanlı olduğumda değerlendirmeye karar vermiştim. Mesela benim kendi flow aktivitelerim bilgisayarda oyun oynamak, dizi/film izlemek, kitap/entry/blog okumak bir de ders çalışmak ama o her zaman tutmuyor. Yüzmek de yılın sadece 3 ayına özgü olduğu için saymıyorum ama kafa dağıttığı bir gerçek. Csikszentmihalyi bey resim yapmak, puzzle yapmak, sudoku çözmek falan da demiş. Bu "bir sorunun çözümü onu düşünmemektir" diyen teoriye katılmakla birlikte, yine bir iç tutarsızlık yaşayıp, kötü bir olay olduğunda "o sorunun üstüne gitmek" şeklindeki kendi yöntemin de arkasında duruyorum. Duruma göre ikisi de işe yarar bence.

3 yorum:

  1. dunyadaki random bi insana maksimum 7 kisiyle ulasabiliyormussun, yani atiyorum sri lanka'da bir yetimhanedeki cocukla obama arasinda maksimum 7 tanidik vasitasi var. hal boyleyken dunya zaten kucuk, onu icsellestirdim artik ben sasirmiyorum o yuzden :)

    YanıtlaSil
  2. Aaa çok ilginçmiş bu 7 kişi olayı, denemeyi çok istedim ama ortalama bir insanın minimum 1000 kişi tanıdığını düşünürsek yıllar alabilir sonuca varmak :P

    YanıtlaSil
  3. haha ayni bilinc akisinin akabinde vazgecmistim ben de :)

    YanıtlaSil